VEDA ZAMANI


Engin Erkiner 


Yarın 26 Ocak…

26 Ocak 1976’da ya da 41 yıl önce Malatya Beylerderesi’nde İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş, polisle ve jandarmayla girdikleri çatışma sonrasında hayatlarını kaybetmişlerdi. 40 yıl önce yine Ocak ayının yaklaşık aynı günlerinde  Yüksel Eriş  Trabzon’da patlama sonucu hayatını kaybetmişti. “Şehit olmak” gibi garip bir deyim kullanmıyorum, ateist insan şehit olmaz.

Yazının başlığı olan vedadan kastettiğim artık o günlerle ilgili olarak bir şey yazmayacağım anlamına geliyor. Yıllardan beri fazlasıyla yazdım.

İlker’i benden başta tanıyan zaten kalmamıştı. Hasan Basri’yi Yüksel bile tanımazdı. Yusuf Ziya’yı ise tanımıyordum. Hem İlker hem de Hasan Basri ile ilgili olarak o dönemin Ankarası, örgütün nasıl kurulduğu, İlker öldükten sonra hakkında Ankara’da çıkarılan dedikodular –şizofreniydi gibi- bu konuda Nasuh Mitap’ın oynadığı etkin rol gibi konularda yazmıştım. http://thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com ’da bulabilirsiniz. Bir insanın düşüncesine ve eylemine karşı olabilirsiniz ve eleştirebilirsiniz, normaldir. Ama herhangi bir etki oluşturmasınlar diye pis yöntemlere başvurmak sadece çirkin olarak nitelendirilebilir.

İlker’in  Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz  yazısını bir önsöz yazarak  40 Yıl Sonra TDAS ’la birlikte bastık [ http://tdas1.blogspot.com ]. Yusuf Ziya Güneş ile ilgili olarak da zamanın Karadeniz Dev Genç Başkanının anlattıklarını aktararak cenaze törenini yazmıştım.


Yüksel Eriş unutulmuştu. Çatışma sonucu ölmedi, herhangi bir yazısı da bulunmuyordu. Bütün örgütlerde geçmişi tahrif ederek buradan kendisine pay çıkarmaya çalışan tipler çıkar ama bizdeki biraz değişikti. Örgüt tarihiyle büyük hesaplaşma süreci içinde Yüksel’in konumu gündeme getirildi ve getirenler yaptıklarına yapacaklarına pişman oldular. Yüksel diğer iki kişi ile birlikte örgütün kurucuları arasındaki yerini aldı. Solun önemli belgelerinde yer buldu.

Bazı insanlar boş kaleye gol atmaya alışmışlardı. Bizim biz olmamızda büyük rolü bulunan başlangıçtaki kadronun yetkinliğini unutmuşlardı; önemli değil, hatırlamak zorunda kaldılar.

Hem bu hareketin geriye kalan insanlarında aklı başında olanlar da vardı ve hem de 1974-1975 Ankarasında kim neydi, ne yapmıştı, biliniyordu. Merak edenler Devrimci Yolcuların yayınladıkları anı kitaplarına bakabilirler.

Yapabileceğim başka bir şey kalmadı.

Kaybettiklerimizin anılmasına kesinlikle karşı değilim ama aradan uzun zaman geçince bu anma törenleri anlamsız olmaya başlar. İnsanlar belirli bir günde anarlar, sonra da bir yıl sonra hatırlayıncaya kadar unuturlar.

Kaybettiklerimizi anmak onların başlangıcını yaptıkları hareketin geleneklerini yaşatmakla mümkündür. Böyle bir yapı 1988’den beri bulunmuyor ama adı ve gelenekleri duruyor. 1974’teki gibi değil ama 43 yıl sonrasının hayli değişmiş şartlarında yeniyi savunarak ve hayata geçirerek bu gelenek sürdürülebilir. O günlerde kalmış olanlar, bunu devam ettirebilirler.
Bizi asıl ilgilendiren bugün ve gelecektir. 1974-1975’te de böyleydi.

İsteyen yaşamış olduğu geçmişle de öğünebilir; hakkıdır, yapabilir.

Tarihimizdeki karanlık tipi ve çevresini etkisizleştirdik.

Geçmişimizde bizi sarsan, etkileri ağır olan iki kayıpla ilgili olarak yapılabilecek olan her şeyin yapılmış olmasının huzuru içindeyim. Artık geleceğe bakmak ve geçmişle daha az uğraşmak zamanıdır.