Engin Erkiner
1975’in Temmuz ayının ortasında Türkiye
Devriminin Acil Sorunları’nı daktiloyla mumlu kâğıda geçirmeyi tamamladım.
Aylar önce, sadece bu yazı için o sırada yeni çıkan Brother marka yarı otomatik
bir daktilo almıştım. TDAS’ın kaç bölümünü yeniden yazdım, hatırlamıyorum. Önce
kurşun kalemle yazıyordum ki bu alışkanlığım hâlâ değişmedi. Büyük önem
verdiğim yazıları önce kurşun kalemle çizgisiz kağıda yazarım. Herkesin bir
huyu var, ben de çizgili kağıda yazı yazamam.
Bitti, basımı için İlker’e bıraktım ve kısa
süreli askerlik için Balıkesir’e gittim. Normal süre dört aydı ama ne
yapacaklarını bilmedikleri için iki hafta ileriye attılar. Arada da on günlük
Kurban Bayramı tatili vardı, anlayacağınız hepsi hepsi üç aydı.
Arada hafta sonlarında kimi kez izin alıp ve kimi
kez firar edip Ankara’ya geldiğimde İlker’i ve Necati’yi göremezdim. Orada
değillerdi. Yüksel zaten Ankara’da olmuyordu. Okullar açıkken Ortaklar’da,
yazın ise Şarköy’de oluyordu.
Temmuz ortasında ülke epeyce sakindi ve biz de
örgüt kuruluşunda adım adım ilerliyorduk.
Ben Adana’ya gidecektim, sonra genel istek
İstanbul’a gitmem yönünde oldu. İstanbul ilişkilerinin büyük bölümünü Yüksel
biliyordu. İlişkileri ondan devralacaktım.
İnsan bir müddet uzakta olunca yaşanılan değişimi
daha iyi görebiliyor.
TDAS 300 kadar basılmış ve el altından
dağıtılmasına karşın neredeyse bitmişti. Yaratılan etki karşısında herkesin
ağzı kulaklarına varıyordu desem yeridir. Ben ise böyle bir gelişmeyi hiç
düşünmediğim için şaşırmıştım.
“Örgüt kurmak zor iş, bakalım nasıl altından
kalkacağız” psikolojisinin yerini, “zor ama biz bu işi yaparız” psikolojisi
almaya başladı.
Ankara’da Gülten Çayancılar olarak bilinen Yurtdışı
Grubu ile karşılaştık ve ilk konuşmadan sonra TDAS verdik. Bir süre sonra
yeniden konuştuk, her şeyi kabul ettiklerini ve birlikte çalışmak istediklerini
öğrendik. Yeni örgüt olan bir grup fazlasıyla sevinmesin de ne yapsın!..
Dokuz kişilik bir yönetim organı kurulmuştu.
Bizden dört kişi vardı: İlker, Yüksel, Necati ve ben.
Bizim, “eşitlik olsun, istemezük” gibi
anlayışımız yoktu. Neden olsun! Teorik olarak açık farkla etkin durumdayız ve
bir süre sonra aynı durumun pratikte de geçerli olduğunu görecektik.
O yılın sonbaharından itibaren birkaç kere
İstanbul’a gittim. İki veya üç kere Feriköy’de Yüksel’in ablasının evinde
kaldım.
Kocaman bir kent ve biz tek tük ilişkilerden
başlayarak örgütlenmeye girişiyoruz. ODTÜ’den bir ilişkimiz İstanbul’a gitmiş ve
sağlık alanında çalışmaya başlamıştı. Onun vasıtasıyla Devrimci Sağlık-İş ile
bağlantı kurduk. Başkanı Ahmet isimli bir arkadaştı. Çılgın gibi araba sürerdi.
1976’da nişanlısıyla birlikte geçirdiği bir trafik kazasında hayatını
kaybedecekti.
Sendika üzerinde Belma’yı ve Hilal’i tanımıştık.
İkisi de yetenekli insanlardı. Önce eğitim çalışması yapmamız gerekiyordu.
Yüksel beni birkaç ilişkiyle daha tanıştırdı. Hepsi
bu kadar!
İyi başlangıç noktaları, ama bu kadarla
başlayacağız. Yüksel, Ankara’da yapılan dokuz kişilik toplantılara bir kez
katıldı. Genellikle Ankara’da bulunmuyordu. Karadeniz ilişkilerine gidiyordu.
Okullar açıksa Ortaklar’da oluyordu.
MHP’nin saldırıları başlamıştı. Bir toplantıda
MHP’nin yeni işlevi ve buna karşı tavır konusunu görüştük. Bu arada Ankara’yı
da bu gruptan arkadaşlara devretmiştik. İlker’de TMMOB ilişkileri kalmıştı,
geri kalanını devretmiştik.
Hiç kimse teorik saptamalara karşı bir şey
söylemiyordu ama, iş MHP’ye karşı bir şeyler yapılması noktasına gelince
çekingenlik başlıyordu.
Daha önceki ayları anlatırken atladım: Hasan
Basri ile tanıştım. Hapisten çıktığı zaman Doğu Perinçek etkisindeydi. İlker
ile önceden tanışıyordu, muhtemelen okulda bölümleri birbirine yakın olduğu
için. İlker’le birlikte ilişki içinde değişti. İkisi de Doğu’ya gidip
geliyordu.
Arkadaşlarda, “Devrimci Yol ile mutlaka görüşelim”
ısrarı başladı. Karşı değiliz, görüşelim de, ne düşündükleri belli, zaten
görüştük. Düşünceyi savun ama yapılmasına gelince geride dur; böyle bir anlayış
bize yabancıydı.
İlker Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz ’i
bitirmişti.
1975 yılının sonlarındaydık. Bölgeyi çok iyi
bilen Hasan Basri’nin ısrarla belirttiğine göre, daha fazla beklememeliydik. Herkes
boşluktaydı. Halkın Kurtuluşu, THKO’nun mirasını kullanarak örgütleniyordu.
THKO “anarşist” ve “küçük burjuva maceracısı” olarak eleştiriliyordu.
Eleştiri olur ama bu çok çirkin bir eleştiriydi
ve THKO kadrosunun büyük bölümü de Halkın Kurtuluşu’nda idi.
Bölgede MHP’ye karşı eyleme karşı değildim ama
bu eylemle politik bir çıkış yapabileceğimizi düşünmüyordum. Bu tür çıkışın
yerleri, tıpkı 1971’de olduğu gibi büyük kentlerdi. Orada eylem yapılır ama
büyük oranda orada kalırdı. Bölgede örgütlenme için yararlı olurdu ama daha
büyük bir etki beklememek gerekirdi. Üstelik bize politik çıkış yaptıracak
büyük bir eylem için de hazırlık düzeyimiz çok yetersizdi.
1976 yılı Ocak ayına böyle girdik.
Sürecek…