Yüksel Eriş - Ölüme Doğru


Engin Erkiner


Bu bölümde anlatacaklarımın önemli bir bölümünü üç yazı halinde http://thkp-c-acilciler.blogspot.com ’da anlatmıştım. Bu blogda yer alan Acilciler’de 1976 Yılı  başlıklı yazılarda o yılla ilgili önemli bütün gelişmelere yer verilmiştir. Okurun önce bu yazıları okuması yerinde olur.

Beylerderesi’nden sonra yaklaşık iki ay Yüksel ile görüşmedik. Arada haberleşiyorduk ama doğrudan görüşmüyorduk. Vereceğimiz küçük bir açık vahim sonuçlara yol açabilirdi. Hayatımda hiç bu kadar sıkışık bir dönem geçirdiğimi hatırlamıyorum. 

Yurtdışı grubu Beylerderesi’nin ardından bizden uzaklaşmış ve kendi içinde parçalanmıştı. Bu arkadaşlar ölümün ve yakalanmanın gün gelip kendi başlarına da gelebileceğini anlaşılan hiç düşünmemişlerdi. Ayrışmadan sonra bunların bir bölümü Devrimci Yol ile yakınlaştı.

O ayların Ankara’sı tam bir felaketti.

Beylerderesi herkeste şok etkisi yaratmıştı. İkinci Kızıldere sayılırdı ve Devrimci Yol buna karşı kendisini iki türlü savunuyordu:

Birincisi: TMMOB vasıtasıyla İlker hedef alınmıştı. “İlker şizofrenikti, normal değildi!..” sözlerini Ankara’da birçok yerde duyabilirdiniz. THKP-C’li geçinen mühendis takımı fena korkmuştu ve çareyi de İlker’in “normal olmadığı”nı açıklamakta buluyordu.

İkincisi: Özellikle üniversite gençliği arasında ise, “Beylerdere’sinde ölenler bunlardan değildi!..” söylemi alıp yürümüştü. “Bunlar” dedikleri eski adıyla X Grubu idi, yeni adımız ise 184’lükler idi. TDAS 184 sayfaydı!

Bu arada Yurtdışı Grubu’nun İstanbul ilişkilerinde yakalanma olmuş, bu yakalanma Ömer Çimeken üzerinden bize de sıçramış ve bu kentle ilk ilişkileri kuranlardan ikisi yakalanmıştı. Neyse ki, bu yakalanma Ankara’ya sıçramadı. İstanbul ile ilişkimiz zaten daha yeni kuruluyor sayılırdı.

Yavaş yavaş işlerimizi hallettik. Yurtdışı grubuyla ayrılık tamamlandı. Onlara tanıştırdığımız bütün ilişkilerimiz geri geldiği gibi, bize devretmiş oldukları ilişkiler de geri gitmediler. Politik insanlardık ve politik yanımızın gücü kısa sürede sonuç almamızı sağlıyordu.

Yüksel ile İstanbul’da görüştüğümde önce genel durum değerlendirmesi yaptık. İyi ve kötü yanlarımız vardı. Kötü yanımız, ağır darbe yemiştik. Doğu bölgesiyle hiç ilişkimiz kalmamıştı ve dahası ilişkileri bilmediğimiz için oraya gidip ilişki aramak da oldukça tehlikeliydi. Bölgedeki yakalanmalar Maraş’a sıçramamıştı. Yurtdışı grubuyla ayrılığı kayıpsız atlatmıştık.

İki önemli karar aldık:

Birincisi: Beylerderesi’nde çarpışarak hayatlarını kaybedenler bizim yoldaşlarımızdı ama Devrimci Yol’un bizi çekmek istediği tuzağa düşmeyecektik. Kendisini Beylerderesi ile tanımlayan örgüt olmayacaktık. “Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz” broşürünü basıp dağıtacak ve Beylerderesi’ne götüren sürecin teorik arka planını ortaya koyacaktık.

O dönem bir örgütün kendisini şu veya bu büyük eylemle, çatışmayla tanımlaması modaydı. Eskiden beri THKP-C’nin Kızıldere ile tanımlanmasına karşı olmuştuk. Ortada büyük bir teori var. Örgütü örgüt yapan da bu teoridir. Bu teori hayata uygulanırken kayıplar olabilir, ağır darbeler yenilebilir. Öne çıkarılması gereken her zaman teoridir. 

Yoldaşlarımız bölgeye herhangi bir amaçla değil, belirli bir teorik analiz sonucu gitmişlerdi ve yapılması gereken de –durum çok sıkışık olduğu için basamadığımız- Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz’i basıp dağıtmaktı. 

Ardından kendi eylemlerimiz gelecekti.

İkinci kararımız, Genel Komite’ye yeni insanların alınmasıydı. İki kişi kalmıştık ve iki kişi bu örgüt için çok azdı.

Sonraki aylar ekonomik konunun geçici olarak çözümlenmesi, bir miktar silah satın alınması ve değişik bölgelerde örgütlenme çalışmalarıyla geçti.

Devrimci Yol, sağolsun, aleyhimize yaygın propagandasıyla bizi iyice meşhur etmişti. Değişik bölgelerde insanlar örgütü arayıp buluyordu. TDAS ile Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz peş peşe okununca başka bir şey anlatmaya gerek kalmıyordu.

Bir de gerçek durum vardı: Toplasanız birkaç silahımız vardı. Biraz da patlayıcı… Harekete geçmeden, politik bir çıkış yapmadan önce Kızıl Ordu kurmak gibi bir niyetimiz yoktu ama, bu kadarı da oldukça azdı. Ek olarak, teorik yönden eksiktik. Örneğin ulusal sorun konusunda genel geçer bilgilerin dışında ülkeye özgü bilgimiz neredeyse yoktu. 

1976 sonunda politik bir çıkış yapılması ya da yapılmaması konusunda örgüt içi anlaşmazlık derinleşti ve daha sonra Devrimci Savaş adını alacak bir bölüm arkadaş ayrıldı. Bu ayrılığın ayrıntılarıyla ilgili olarak yukarıda belirttiğim yazılara bakılabilir.

Gerçekte bir tarafta kalanlar da tümüyle aynı görüşte değillerdi. Benim kararsızlığım olmasaydı bu ayrılık daha önce olurdu. Bu ayrılığın olmasını hiç istemedim, zira eylem kadromuzun önemli bölümü gidiyordu. O güne kadar eylemlere girenlerin, para bulanların büyük bölümü gidiyordu.

Yüksel ile halk savaşı konusunda farklı düşünüyorduk. Ben, olanakların mümkün olduğu kadar kentlerde tutulmasından ve uzun süre kentlerde eylem yapılmasından yanaydım. Örgütün tek ekonomik kaynağı İstanbul idi ve bu bölgenin elde ettiği olanakları da “kırsal alanda hazırlık” için tahsis etmemesi belirli bir gerginliğe yol açıyordu. İçinde bulunduğumuz durum itibariyle kır gerilla savaşına başlamak bana ters geliyordu. 

Yüksel ve Rıza farklı görüşteydiler. Kentlerde politik çıkış yapmak ve hemen ardından kıra yönelmek gerektiğini düşünüyorlardı. 

O kadar yoğun bir dönemdi ki, insan birçok şeye yetişemiyordu.

Keşke yetişebilseydim. En azından eylem anlayışı konusunda oldukça farklı düşündüğümü dayatabilseydim. Askeri eylemin teknik bir mesele olarak görülmesi bana ters geliyordu. Askeri eylem hakkında oldukça kafa yorulması gerektiği düşüncesindeydim.

Kır gerillası, bir miktar askeri eğitim alıp, o alanda da birkaç ilişki bulmakla başlanılabilecek bir savaş değildi. Şehir gerillasında bir miktar tecrübe kazanmıştım. Bu alanın da kendisine göre kuralları ve karmaşıklığı vardı.

1976 sonlarında askeri eğitime gidildi. Ben işim olduğu için katılmadım. Sonradan olup biteni öğrendiğimde kendi kendime güldüm: Bu yapılan kır gerillası eğitimi ise, biz yanmışız!..

Gidilen yer, Hamdullah’ın ailesinin her yaz çıktıkları yayla. Gerçi “Binboğalar tırmanışı” gibi acayip bir anlatımla sunulur. Duyan da sanır ki, Everest’e filan tırmanılmış!..

Gidilen yer bir yayla ve oraya giderken de Hamdullah dışında hepsi yolda dökülmüş. Kır gerillamız henüz yaylaya kadar yürümesini bile beceremiyordu. Askeri eğitim derseniz, o da ayrı bir komedi olmuş. Ateş etmek ve saatli bomba hazırlamak!..

Saatli bomba yapmak için dağa çıkmaya gerek yok aslında, evde de yapılabilir. Sistem, saatin devreyi kapatması sonucu pillerden gelen elektrikle fünyenin ve bu vasıtayla da dinamitin patlaması. Fünye yerine küçük bir lamba koyarsınız ve saatli bombanın nasıl yapılabileceğini öğrenirsiniz. Devre kapanınca lamba yanar. Bu kadar zahmete ne gerek var!..

Eğitime gidenlerin hayatlarında ilk kez silah sesi duyduklarını, silahla ilk kez ateş ettiklerini sanmıyordum. Eğitimin amacı eğitimden ziyade psikolojik bir ihtiyacı karşılamaktı. Sonraki aylarda bu eğitim bize çok pahalıya mal olacaktı.

Eylem tecrübesinin yerini hiçbir eğitim tutmaz. Ben bunu anlatamadım. Yüksel’in Trabzon’da, iki ay sonra da Ömür’ün Ankara’da ölümleri askeri eğitimin nasıl yapılmaması gerektiğini gösteren örneklerdir. Askeri eğitim, öncelikle teorik eğitimdir. Pratik, teorik eğitimin arkasından gelir.

Yüksel eğer fünyenin ne olduğunu ve hangi mekanizmayla dinamiti ateşlediğini bilseydi, içinde fünye olan dinamit lokumlarını sıkıştırmaya kalkmazdı ya da bir başkası bunu yapıyorsa hemen engel olurdu. 

Eylem, günlük herhangi bir iş değildir. İnsanın o eyleme psikolojik olarak da hazırlanması gerekir. Gündüz saat 10’da eylem yapacaksanız, sabah saat 7’de kalkacaksınız. Kahvaltınızı yapacaksınız, çayınızı içeceksiniz, kafanız yerine gelecek. Eylem planını son kez kısaca gözden geçireceksiniz ve eyleme gideceksiniz. Gece bilmem kaça kadar oturup, sabah da aceleyle kalkıp eyleme gidilmez. Ömür de bu nedenle hayatını kaybetti.

Gece geç saate kadar oturuyor. Dinamit lokumları hazır, içlerinde fünye var. Saat ve piller ise ayrı duruyor, ama saat bırakıldığı zaman çalışıyormuş ve sonuna kadar gelip devreyi kapamış. Ömür geç kaldım diyerek aceleyle kalkıyor ve o acele içinde dikkat etmeden saati devreye bağlıyor. Devre kapalı ve hemen patlama oluyor.

Bu nasıl askeri eğitimdir ki, katılanlardan biri bomba yaparken ve diğeri kendi yaptığı bombayı eylem için hazırlarken patlattı. Eylemin hazırlığında ölümle karşılaştı.

Yüksel Eriş, THKP-C/Acilciler’i kuran üç kişiden biriydi. Hayatı bundan sonra daha iyi bilinecektir.