MİHRAC URAL, YÜKSEL ERİŞ VE BİR OLAY

Engin Erkiner


Mihrac Ural’ın aramıza sızdırılmış bir ajan olduğu ortaya çıktıktan sonra, bu belirleyici gerçek kapsamında geçmişteki garip ya da zamanında üzerinde durulmayan, önem verilmeyen bazı olayların yeniden incelenmesi gerektiği ortaya çıktı.

Yıl 1977, Ocak ayının son günleri…

Örgüt olarak büyük bir politik çıkış yapmak kararı almışız. Bu amaçla sorumlu olduğumuz bölgelere dağıldık. Bundan önce, küçük yerleşim birimlerinde yaşayanlara şunu ilettik: Bölgesinde deşifre durumda olanlar eylemlerin yapılacağı günlerde bir süre başka bölgede kalsınlar. Bu bağlamda 26 Ocak 1977 eylemlerine yaklaşıldığı günlerde yer değiştirmeler yapılıyordu.

İstanbul’da Pire Mehmet’ten bana bir haber geldi: Antakya’dan bir kişi bölgesinde deşifre olduğu için bir süreliğine İstanbul’da kalmak ve benimle görüşmek istiyordu. Bu kişi Mihrac Ural idi. 1978 operasyonu sırasında “Beni Antakya’ya götürmediler, orada deşifre değildim” diyen Mihrac Ural…

Daha önce tanımadığım biri beni neden görmek isteyebilir, anlamadım ama kabul ettim. Akşam üzeri her zaman yaptığım gibi Taksim’de ertesi günün gazetelerini aldım ve Yüksel’in Trabzon’da öldüğünü öğrendim.

Fena halde sinirim bozuldu. Hep aynı şey: bir adım atıyoruz ve hemen büyük kayıp yaşamaya başlıyoruz. Beylerderesi gibi…

O akşam Belma ile Taksim civarında buluşacaktım. Ölümü duyunca ağlamaya başladı. Bunu önceden de yazmıştım.

Ertesi gün iletilen randevu yerinde Mihrac Ural ile buluştum. Yüksel’in öldüğünü söyledim. Anlamadı, aklıma Yüksel’in bu isimle tanınmadığı geldi. “Süreyya öldü!..” dedim. “Öyle mi?..” gibilerinden bir laf etmiş olabilir, ama yüzünde belirgin üzüntü ifadesi görmedim.

Bana hemen, “İstanbul’da yeterli kişi yoksa eyleme girebileceğini” söyledi. “Yeterli kişi var,” dedim ve ayrıldık. Bütün görüşme beş dakika kadar sürmüştü.

Bugün düşündüğümde bu olayda dikkatimi çeken iki gariplik bulunuyor:

Birincisi: Mihrac Ural, Yüksel’in ölümünü öğrendiğinde herhangi bir şaşkınlık ya da üzüntü belirtisi göstermemişti.

İkinci durum özellikle dikkat çekicidir: Ülkenin bambaşka bir yerinden deşifre olmanız nedeniyle bir süre kalmak için başka bir kente geliyorsunuz ve o bölgenin sorumlusuyla tanışmak istiyorsunuz!..

Aynı durumda ben olsaydım böyle bir şey yapmazdım. Benim o kentle ilgim yok, ilişki de devretmeyeceğime göre, neden tanışıp görüşeyim?

Hele de o kentte eyleme girmeyi istemek hepten garipti. Aynı durumda ben olsam ve bir süre Antakya’da kalmam gerektiği söz konusu olsa, o kentte herhangi bir eyleme girmek istemezdim. Kenti bilmiyorum, eylemde ters bir durum olsa nasıl ve nereye kaçılır bilmiyorum. Bu nedenle de bilmediğim bir yerde eyleme girmezdim.

Bugünden bakıldığında şu görülüyor: Mihrac Ural’ın amacı İstanbul’da sorumlu olanı tanımak ve bu kentteki eylem kadrosuyla bazı evleri öğrenmekti. Bunun dışında benimle görüşmek ve eyleme girmek istemenin başka bir nedeni bulunmuyor. Bu neden, daha sonraki bir davranışla birleştirildiğinde durum daha da açık ortaya çıkıyor.

Mihrac Ural, bir yazısında açıkladığı üzere, Antakya’da iken Yüksel’e “TDAS’ın kimin yazdığını” sormuş. Yüksel de tabii açık bir cevap vermemiş. Soru garip, normal bir soru değil, tipik bir polis sorusu. Döneminde üzerinde çok konuşulan, adı bir örgütle özdeşleşmeye başlayan broşürü kimin yazdığını ancak polis merak eder.

O dönemde 141. ve 142. maddeler nedeniyle yazılara isim konulmazdı. Mevcut Durum ve Devrimci Taktiğimiz, İlker Akman hayatını kaybettikten sonra yayınlanacaktı. Böyle bir durum olmasaydı, o broşürde de isim olmazdı.

1978 yılının sonbaharında Konya Cezaevi’ne geldiğimiz ilk günlerde Mihrac bana, TDAS’ta konu edilen eşitsiz ve dengesiz gelişme yasasının işleyiş biçiminin değişmesi konusunu sordu. Ben de ayrıntılı olarak açıkladım.

Sonraki sözlerini gayet iyi hatırlıyorum: “Bunu Yüksel’e de sormuştum, açıklayamamıştı. Teorik düzeyi iyi değildi.” Olaylar birbirine bağlanınca mesele anlaşılıyor.

O yılların Ankara’sında Acilciler’in teorik metinleriyle kişilerin ilişkisini herkes bilirdi. Devrimci hareketin bilinen özelliğidir; çok kişi bildiği her şeyi başkalarına aktarır. Sizden tek kelime çıkmamış olsa bile iradeniz dışında gelişen bu durumu engelleyebilmeniz mümkün değildir.

Bu durum İstanbul’a da belirli oranda yansımıştı.

Antakya küçük bir yer ve nereden bilinecek? Mihrac Ural bu nedenle özel olarak araştırma gereğini duymuştu. İçimize sızdırılmış bir ajan olduğu adamın her tarafından akıyor.

Zamanında anlayamadık, bu bizim aptallığımızdır. Ama buna rağmen de Acilciler’in solda ve toplumda büyük bir isim yapmasına engel olamadı. Bu da bizim başarımızdır.