Engin
Erkiner
Temmuz
1974’te Ecevit-Erbakan koalisyonu döneminde Türkiye, EOKA’nın giriştiği yeni
katliamı gerekçe göstererek Kıbrıs’ın bir bölümünü işgal etti. Kısa süre sonra
da işgal alanı genişletildi.
Bu
harekât sırasında olup bitenleri ve kamuoyuna söylenilen yalanları yıllar sonra
öğrenebildik. Örneğin, daha sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak olan Güven
Erkaya’nın komutasındaki bir savaş gemisi Türk savaş uçakları tarafından Yunan
gemisi sanılarak batırılmıştı. Bunu yıllar sonra öğrenebildik.
1975
yılında kısa süreli askere gitmiştim. Orada bize bir önceki yıldaki askeri
harekât hakkında öylesine komik rakamlar söylendi ki, içimizde en milliyetçi
olanlar bile, acaba diye düşünmekten kendini alamadı. Adanın bir bölümünün
işgalinde verilen kayıp on kişi bile değildi.
Olacak
şey değil…
Bunu
anlatan subaylar, savaş sırasında özellikle asteğmenlerin yaralandığını da
anlatıyordu. En fazla da topuklarından yaralanmışlar. Neden derseniz, tam siper
yatmayı bilmiyorlar, topuklar yukarıda kalıyor ve kurşunu yiyorlar.Tam siper
yatıldığı zaman ayakların da yana yatırılması gerekir.
1974
yılının yaz aylarında ülkede müthiş bir şovenizm dalgası vardı. Türk-İş ve DİSK
daha önce başlamış olan grevleri durdurmuşlardı. Memur maaşlarından Kıbrıs
yardımı kesiliyordu.
Ben
Hacettepe Hastanesi’nde teknik eleman olarak çalıştığım için çift maaş gibi bir
şey alıyordum. Birisinden kestirmemiştim, ama öteki kesilmiş olarak geldiği
için yapabileceğim bir şey yoktu.
Kıbrıs
tarihi konusunda neredeyse hiç kimsenin bilgisi yoktu. EOKA neydi, Makarios
kimdi, Grivas kimdi; bilen yoktu. Bu konuda biraz ayrıcalıklı durumdaydım, zira
eksik bile olsa Kıbrıs hakkında bilgim fena değildi. 1970’in yaz aylarında
Kırmızı Aydınlık dergisinin arşivinde çalışırken herkesin bir konu alıp
ayrıntılı olarak işlemesine karar verilmişti.
Ben de
Kıbrıs konusunu almıştım. Neden, derseniz, baba tarafım Kıbrıslıydı ve on
yaşında ilkokul dördüncü sınıfta iken bir yarı yılı Lefkoşe’de okumuştum. Başka
bir deyişle konuya ilgim vardı ama hiç bilgim yoktu.
Neyse ki
bu konuda İngilizcede tonla denilebilecek kadar fazla kitap vardı. Okudum,
notlar çıkardım ve yazdım. Beğenmedim, bir daha yazdım. Onu da beğenmedim.
Sonuçta kırk daktilo sayfası kadar olan ilk uzun incelememi bitirdim. O sırada
Kırmızı Aydınlık dergisi de ikiye bölünmüş ve kimin hangi incelemeyi yapacağı
unutulmuştu.
Ankara’daki
Kıbrıslı öğrencilerin bir toplantısında zaman zaman alevlenen Kıbrıs sorunu
konusunda bir konferans verdim. Kıbrıslılara Kıbrıs tarihi anlatmak da pek hoş
oluyordu doğrusu…
O
zamanlar Rauf Denktaş değil, Fazıl Küçük ön plandaydı. Grivas, adayı
Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan EOKA’nın önderiydi. Bu örgüt 1950’li yıllarda
İngiliz sömürgesi olan adada –Türklerin katılmamasına rağmen- bağımsızlık
savaşı yürütmüştü. Bağımsızlığın ardından iki toplumlu adada Makarios, Rum
burjuvazisinin temsilcisi olarak ön plana çıkar. Bu kesim, adanın Yunanistan’a
bağlanmasına karşıdır. Bu nedenle, Makarios da Türkiye ile Yunanistan arasında
sürekli oynayacaktır.
EOKA’nın
yaptığı yanlışı iyi değerlendiren Türkiye adaya çıkar. O sırada Yunanistan’da
1967’de darbeyle işbaşına gelen Albaylar Cuntası vardır.
Cunta da
kısa süre sonra devrilecektir.
Bunları
neden anlatıyorsun, derseniz, işgalden kısa süre sonra konuyu Ankara’da Yüksel
ile uzunca konuşmuştuk. Konuştuğumuz yeri de hatırlıyorum: Gima’nın üst
katındaki açık kahvede…Yüksel, kötü, diyordu, bu insanlara hiçbir şey
anlatılmaz. Öyle bir ortam var ki, hiçbir şey anlatılmaz. Gerçekten de öyleydi.
Şovenizm bütün gözleri kör etmişti.
O sırada
piyasaya çıkan bir şarkıyı hâlâ hatırlarım. Söyleyen Yasemin Kumral ve şarkının
başlangıç sözleri: “Irkımın Akdeniz’de bir sevinci var. / Yurdumun Mersin’den
öte bir devamı var!..”
Bu
ortamda uygun bir istihbarat bulup para işi yapmayı düşünüyorduk.
Vazgeçtik,
daha doğrusu ileriye erteledik. Öyle bir ortam vardı ki, normal zamanda
yerinden bile kıpırdamayacak bazı insanlar üzerimize saldırabilir, biz de
onları durduk yere vurmak zorunda kalabilirdik.
Sonrasını
da kısaca anlatayım: Ecevit erken seçime gitti, ama beklediği oyu alamadı.
Ardından da birinci Milliyetçi Cephe hükümeti kuruldu. Başbakan Süleyman
Demirel oldu.
MHP’nin
devletin vurucu gücü olarak ön plana çıkması başladı!..