Yüksel Eriş ve aramızdaki gerginlikler

Engin Erkiner


Yüksel Eriş ve genel olarak örgütün ilk dönemiyle ilgili yazıları okuyanların normal olarak akıllarına şöyle bir sorunun gelmiş olması gerekir: Sizin aranızda hiç gerginlik olmadı mı? Sert eleştiriler olmadı mı? Aranız hep güllük gülistanlık mıydı?

Aramızda gerginlik de oldu. Birbirimize karşı sert eleştiriler de oldu.

Nasıl olmasın?

Büyük bir yükün altına girmişiz ve hepimiz yetersizliğimizin farkındayız. Birbirimizden çok şey bekliyoruz ve beklediğimiz oranda bulamayınca da kızıyoruz.

Aşağıda 1977 yılı Eylül ayının ilk yarısında Sağmalcılar Cezaevi’nde iken Belma’ya yazdığım mektuptan bir bölüm var. 1975 yılı yazında ya da mektup yazılmadan iki yıl öncesinde aramızdaki çelişkileri anlatıyor:

«Gelelim 1975 yazına. Son iki yıl çok önemli. 1975 yaz başlarında aramızda önemli çelişkiler çıktı. Artık devrimi omuzlamanın bizim üzerimize düşeceği anlaşılıyordu ve bunu düşünmek bile bizi korkutuyordu. Hepimiz birbirimize bakıyorduk. Birimizin çıkıp diğerlerine güven vermesini herşeyi sürüklemesini istiyorduk ama tek tek hiç birimiz bunun güvenini kendi içimizde duyamıyorduk. Bu durum herkesin yetersizliklerinin ağır biçimde eleştirisini getirdi. Lenin veya Mahir Çayan değildik ama olmak veya olmaya çalışmak zorundaydık. Kabak önce Yüksel’in başında patladı. Yüksel 1971 öncesinde ve sonrasında sürekli olarak çok niteliksiz bir çevrenin içinde bulunmuştu. Bu durum onu örgütsel çalışmada sistemsizliğe ve aşırı abartmacılığa itiyordu (örneğin kadro dediği bazı insanlar daha marksizmi ancak öğrenmişlerdi). Sınıflar mücadelesi karşısında her birimizin yetersizliği, birbirimizin eksikliklerini çok kırıcı biçimde göstermeye götürdü. Yüksel için eleştiri çok kırıcı oldu (esas konuşma Yüksel-İlker-Necati arasında geçti ve ben her zaman yaptığım gibi sessiz kaldım). Ardından sıra bana geldi.

Eleştiriler:

1- İnsiyatifsizlik (hatayı tespit ancak müdahalede yetersiz kalmak). Bazıkonularda herşeyi normal karşılamak (Yüksel’in sonradan söylediği objektivizm).

2- Örgüt çalışmasından uzak kalmak (1972-75’de genellikle hep Necati ile konuştum, bunun dışında iki kişiyi örgütlemeye çalıştım). Dolayısıyla tabanla bağın zayıf olması.»

Bunun ardından birkaç ay sonra İlker ile Necati arasında aynı durum ortaya çıkacaktı. Necati bu yükü artık kaldıramıyordu ve 1975 sonunda bile durum belliydi ve nitekim her şeyden elini eteğini çekecekti.

Bu dönemde birbirimize karşı kırıcı davrandık. Kötü niyetlerle değil, herkesin daha iyi olmasını istiyorduk ama sonuçta kırıcı da olduk.

Yüksel’e yönelik eleştiriyi biraz açayım:

1969-1972 döneminde Ankara’da –sonuçta hepimiz bu kenttendik- politik düzeyin yüksek olduğu iki üniversite vardı: ODTÜ ve SBF. Bunların ardından o yıllarda kent içinde olan Hacettepe ve daha da geriden DTCF (Dil Tarih Coğrafya Fakültesi) gelirdi.

Yüksel’in okuduğu Gazi Eğitim Enstitüsü’nün müzik bölümü Beşevler semtindeydi ve MHP’nin etkinliği altındaydı.

DTCF dışındaki diğer okullarda MHP bulunmazken ya da çok zayıf olması nedeniyle sesini çıkaramazken, Beşevler’de sürekli olay çıkardı. Beşevler’e gitmek bile sorundu ve o civarda afişleme yapıldığında mutlaka olay çıkardı. Bu durum oradaki devrimcilerin MHP ile fazlasıyla uğraşmasına ve Ankara’daki genel hareketten ve devrimci hareket içindeki tartışmalardan uzak kalmasına neden olmuştu.

Yüksel o ortamda devrimcilikle tanışır ve ilk gelişmesini de orada sağlar. Beşevler’deki öğrenci kitlesi genel olarak geridir. SBF ya da ODTÜ’de biraz gelişmiş olan devrimciye Beşevler’de kadro gözüyle bakılabilir.

Yüksel de başlangıçta bu ortamın etkisi altındaydı ve biraz gelişmiş insanları fazla abartıyordu. Onun kadro dediği kişileri tanıdığımızda hayal kırıklığına uğruyorduk.

Bana yönelik eleştirilerde de haklılık vardı: Örgütlenme işi esas olarak Necati’nin üzerindeydi ve ben teoriyle meşguldüm. Bu da çok zamanımı alıyordu. Bu arada iyi bir işte çalışıyordum ve örgütün ilk iki silahını da finanse edebilmiştim. Yine de ciddi eksiklerim vardı.

Bu eksiklerden biraz olsun kurtulmamız ilginç bir şekilde oldu: Tek tek her kişiyle uzun uzun konuşmak gittikçe az gerekli oldu. TDAS gittiği yerde kendiliğinden bir çevre yaratıyordu ve biz de sıfırdan başlamak zorunda kalmadan o çevre içinden ileri olanları seçiyorduk.

1975 yılında hepimiz 25 yaşındaydık. Aradan 37 yıl geçmiş…

Yüksel ve İlker ne yazık ki fazla yaşamadılar. Ama birlikte kurduğumuz örgüt, bir hevesle gelip geçen ve tarihin karanlıklarında kaybolan bir yapı olmadı. Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra bile hatırlanan ve döneminin fazlasıyla tanınan örgütlerinden biri oldu.

Çok sayıda kadın ve erkek işkence görerek, hapiste yatarak, hayatını kaybederek örgütü bu duruma getirdi. Her zaman söylerim: Keşke biraz daha yaşayıp da bunu görebilseydiler!..