Engin
Erkiner
İnsanlar
arasında normal olarak bugün ve gelecek ile ilgili konular tartışmalıdır. Başka
bir deyişle çıkış yeri bugündür ve bugünün geçmişte uzantıları olduğu oranda da
geçmişle ilgilenilir. Geçmiş yaşanmış bitmiştir ve herkes kendisine göre
dersler çıkarmıştır.
Artık
asıl konu bugün ve gelecektir…
Burada
normal bir durumdan söz ediyorum. Bizde ise yıllardan beri normal olmayan bir
durum yaşanıyor. Çok kişi kendisine daha iyi bir geçmiş arıyor. Bu amaçla da
sürekli olarak geçmişle uğraşıyor, onun değişik yanlarını düzeltiyor ve böylece
kendisine oluşturduğu daha iyi geçmişle bugün ve yarında yer almak istiyor.
İnsanlar
neden kendilerine daha iyi bir geçmiş arar?
Bugünü
yoktur, geleceği de yoktur, bu amaçla da geçmişi düzeltip süsleyerek bugün ve
gelecekte var olmaya çalışır. Kendine daha iyi bir geçmiş aramak, bugünün
bitmişliğinin yerine ikame edilmeye çalışılır.
Kendine
daha iyi bir geçmiş aramanın en kolay yolu, geçmişte hayatını kaybetmiş bir
devrimci ile kişi arasında yeni ilişkiler uydurmaktır. Bu ilişkiler gerçek olsa
ne olur, orası ayrı, ama gerçek de değildir.
Örneğin,
“Yüksel Eriş bize saatli bomba yapmayı öğretmişti!..”
Bununla
öğünmek utanç verici bir şeydir.
Diyelim
ki öyledir, ne var bunda!
Kaldı ki
öyle de değil…
1976 yılı
sonunda Yüksel Eriş bir grupla birlikte, gördüğü işkenceler sonucu tahliye
olduktan sonra hayatını kaybeden Hamdullah Erbil’in ailesinin kullandığı
yaylaya gider. Orada kendisine nasıl saatli bomba yapılacağı gösterilir. İyi
öğretilmemiş olsa gerektir ki, Yüksel Eriş aradan iki ay bile geçmeden
Trabzon’da saatli bomba yaparken patlama sonucu ağır yaralanacak ve daha sonra
da hayatını kaybedecektir.
“Yüksel
bize şöyle demişti!..”
Ne
yapalım yani öyle demiş ise. Yanlış bir şey söylemişse, yanlış söylemiştir.
Yüksel Eriş de herkes gibi yanlış yapardı. Bunlar çok basit şeyler ama bitmiş
bugünlerini ve geleceklerini geçmişten toplayacakları güzellemelerle ayakta
tutmak isteyenler de basit insanlar zaten…
Güzellemeler
bitmedi…
“Ben
Yüksel’in filancası olurum!..”
Ne
yapalım yani?
Yüksel’in
şusu ya da busu olmak senin elinde olan bir şey miydi? Hiç kimse kimin akrabası
olacağını kendisi belirlemiyor, belirlenmiş bir ortama doğuyor. Önemli olan
kişinin şunun ya da bunun nesi olduğu değil, kendisinin hayatı boyunca ne
yaptığıdır.
Akrabalığıyla
öğünmek milliyetiyle öğünmek gibi aptalca bir şeydir.
Bu
durumun ortaya çıkmasında kişinin hiç payı yok, orada doğmuş; başka yerde de
doğabilirdi.
Hayatın
boyunca ne yaptın, onu anlat ve bir şey olmak istiyorsan kendi yaptıklarına
dayanarak bir şey ol.
Yaş olmuş
en az 50, kişinin hayatında bir şey yok, kayda değer hiçbir şey yapmamış. Ama
yapmış gibi görünmek de istiyor. Ne yapsın?
Başkalarını
kullanacak. Başka çaresi yok.
Şunu düşünemiyor
bu insanlar: Sen eğer hayatın boyunca gerçekten bir şeyler yapmış isen,
geçmişte hayatını kaybetmiş filanca kişiyi tanımak öncelikle onu yüceltir, seni
değil…
Sen zaten
ilgili kişinin ölümünden sonra geçen uzun sürede –diyelim 35 yılda- yapacağını
yapmışsın. Senin yüceltilmeye ihtiyacın yok, bunun için “filancayı tanırdım”
diye özel vurguda bulunmaya da ihtiyacın yok. O’nu tanıman, birlikte
mücadele etmiş olman, birlikte şunu ya da bunu yapmış olman senden çok onu
yüceltir.
Böyle
olmasaydı, diyelim 35 yılın boş geçmiş olsaydı, yaptığın dikkate alınır bir şey
olmasaydı; o zaman geçmişe sığınır, hayatını kaybetmiş o insanların üzerine
basarak bugünde bir şey olmaya çalışırdın.
Bugünün
geçmişe itibar kazandırması konusunu başka bir örnekle açıklayayım. 1970’li
yılların başından itibaren Deniz Gezmiş devrimci hareketin küçük olmayan bir
kesimi tarafından tutulan bir insan değildi. TKP, TİP, TSİP kendisine iyi gözle
bakmazdı.
Evet,
idamları yanlıştı ama bu kişiler yanlış işler de yapmışlardı. Yine büyük bir
örgüt olan Halkın Kurtuluşu ise Denizleri küçük burjuva maceracı olarak
görürdü. Bu karşıtlık Mahir’e karşı daha da fazlaydı.
Şimdi ise
Deniz bütün devrimci hareketin ortak değeri durumundadır. Mahir’in ise ülke
analizindeki teorik katkıları daha fazla kabul görmektedir.
Eğer 1975
sonrasında bu ülkede silahlı mücadele hareketi olmasaydı, onların teorilerini
ve anılarını canlı tutanlar olmasaydı, böyle bir durum acaba ne oranda ortaya
çıkardı? TDAS’ın Mahir’in teorik görüşlerine özel bir katkısı olmamış mıdır?
Geçmişteki
bugün kendi geçmişine böyle değer kazandırdı.
Bazı
örgütler Beylerderesi’ni bize karşı kullanmaya kalktılar, kullanma süresi
dolunca da unutup gittiler. Beylerderesi’nden sonra bir örgütün varlığını
sürdürmesi ve adını bütün ülkede duyurması olmasaydı, bir süre sonra
Beylerderesi de unutulup giderdi. Sonraki olay öncekine değer kazandırdı.
Somuta
gelelim. Yüksel Eriş unutulup gitmişti. O kadar çok kişi unutuldu ki,
aralarında Yüksel’in de bulunması şaşırtıcı değildir.
O’nu
herkes anabilir ama anmadan anmaya fark vardır. Solda yıllardan beri faaliyeti
bilinen, düzeyi bilenen insanlar anınca, bu anma O’na değer kazandırır.
Herhangi bir faaliyeti olmamış insanlar anarsa, Yüksel değer kazanmaz ve zaten
bu ananların asıl amacı da kendilerini değerli kılmaktır.
Herhangi
bir teorik yapıtı bulunmayan, silahlı çatışmada hayatını kaybetmemiş Yüksel
Eriş şimdi biliniyor. Neden, çünkü örgütsel tarihleriyle ilk kez ve açık olarak
hesaplaşanlar O’nu andılar.
Yüksel
Eriş büyük bir başarının insanlarınca anılınca gündemleşti. Bunu anlamayan
kafasızlar ise, “Biz de anarız, aynısı bize de olur” sandılar ve olmayınca da
çok şaştılar.
Olabildiğince
fazla insan ansın.
Niyeti
bozuk olanlar o anmanın altında kalıyor.