Yüksel Eriş blogu bir yaşında!..

Engin Erkiner


http://yukseleris.blogspot.com  bundan bir yıl önce kuruldu. Yüksel’i Gazi Eğitim’deki öğrencilik zamanından tanıyan Cahit Çelik blogu kurdu.

Arkasından o da ne!

Blog bir popüler oldu, sormayın gitsin.

2010 yılında Yüksel’in ölümünün üzerinden 33 yıl geçmişti. Yüksel silahlı çatışmada hayatını kaybetmemişti ve kaldı ki bu şekilde hayatını kaybeden çok sayıda devrimci bulunuyor. İnsan pekâlâ onların arasında kaybolup gidebilirdi.

Yüksel’in yazıp bıraktığı herhangi bir yazı da yoktu. Yazı bırakmış olsa da unutulabilirdi, ama yoktu. Herhangi bir kitle örgütünde de ön planda olmamıştı.

Örgüt tarihiyle ilgili olarak yazdığım değişik yazılarda, Yüksel, benimle ve İlker’le birlikte Acilciler’in üç kurucusundan birisi olarak belirtiliyordu.

Bu arada ard arda üç baskı yapan Türkiye’de Sol Örgütler kitabının Acilciler bölümünde de örgüt kurucuları arasında yer aldı.

Yine de aradan 33 yıl geçtikten sonra Yüksel’e yönelik bu ilgi oldukça şaşırtıcıydı. Bunun tek nedeni olabilirdi: Acilciler’e yönelik ilgi yükselmişti. Bu ilgi Yüksel’e de yansıyordu.

Geçen yıl değişik kişiler benden İlker Akman ile bilgi istediler. Birisi hariç ötekilerini tanımıyordum. Bilgiyi ilettim. Beylerderesi’nden 34 yıl sonra bu ilgi nereden çıktı, diye sorarsanız, Acilciler’e yönelik ilginin yükselmesi oraya da yansımıştı.

1988 yılında tarihe karışmış bir örgüt olan Acilciler’e yönelik ilgi neden 22 yıl sonra yükseldi, diye sorarsanız, devrimci harekette örgütsel tarihiyle açık hesaplaşma yapan ilk örgüt olduğu içindir.

Tarihimizin güçlü yanlarını, kahramanlıkları göstermekle yetinmedik, bu tarihin pis yanlarını da, tarihimizdeki sol içi cinayetleri de, içimize sızmış ve zamanında fark edemediğimiz köstebek Mihrac Ural’ı da ortaya koyduk.

Herkesin kendi örgütsel tarihiyle ilgili olarak aynı şeyi yapmasını istedik. Yapmaya başlayanlar olduğunu duyuyorum. Kendilerine başarılar diliyorum. Devrimci hareketteki örgütsel tarihler oldukça kirli…

Bu kirlilik ajitasyonla ve kahramanlık edebiyatıyla yıllarca saklandı, ama gerçeğin ne olduğu da şu veya bu oranda biliniyordu. Bilinen gerçek çarpıtılarak yansıtılınca da büyük bir güvensizlik doğuyordu.

Kendimizle ilgili olarak gerçeği açıklıkla ortaya koyduk. Bu çaba yaklaşık 50 kişi tarafından kimisi açık olarak kimisi geri planda kalarak yürütüldü. Büyük bir başarı kazandık.

Dünyadaki bütün devrimci örgütlerin tarihini bilemem, bu nedenle “benzeri olmayan bir başarı” sözünü ihtiyatla kullanıyorum. Yine de bir örgütün tarihe karıştıktan 22 yıl sonra kendi tarihini değerlendirebilmesi, bu tarihteki karanlıkları aydınlatabilmesi pek rastlanılan bir örnek değildir.

Acilciler’e yönelik ilgi yükseldi ve bu ilgi Yüksel’e de yansıdı.

Bir insanın ölümünden 33-34 yıl sonra o insan üzerinden prim yapmaya çalışmak zavallılara uygun bir yöntemdir. Mihrac Ural bu zavallının bilinen adıdır. Yüksel’i tanırmış da, ondan şunu öğrenmiş ve bunu öğrenmiş de falan filan. Ne var yani bunda!

56 yaşına gelmişsin ama hayatında yaptığın doğru dürüst bir iş yok. Örgüt parası hırsızlığı var, devrimci katilliği var, Muhabaratlık var, ama adam gibi bir şey yok… Bunlar olmayınca insan bazı isimlerin arkasına sığınmak ihtiyacını hisseder. Yararsız bir çaba!

Sende bir şey yoksa, o isim seni kurtaramaz. Yüksel Eriş, Acilciler’in üç kurucusundan bir tanesidir, ama sadece bize ait bir isim değildir. Bütün devrimci harekete aittir. Tıpkı İlker gibi, Hasan Basri gibi ve benzerleri gibi.

Tekrar başa dönersek…

Blog kuruldu ve kısa süren bir çatışma daha yaşadık. Kısa sürdü çünkü zaten arkamızda büyük bir başarı bulunuyordu. Çabuk kazandık.

1974’te tanıştıktan sonraki günleri düşünüyorum da, üçümüz de sakin insanlardık. Anlaştığımız olurdu, anlaşamadığımız olurdu, ama tartışır ve birbirimizi ikna ederdik. Aramızda hiç sert tartışma olmadı.

Sizler fazla yaşamadınız.

Sonraki yıllar ise bana kükremesini öğretti. Senin, İlker’in ve başka yoldaşların hayatınızı verdiğiniz mirası ite kopuğa Muhabarat’a bırakmamayı öğretti. Bırakmadık…

Rahat olabilirsin, bırakmadık!..