Yüksel Eriş - Tanışma

Engin Erkiner


Yüksel ile ilgili olarak birkaç yazı yazacağım. Bunlar tanışma, örgüt kuruluşu ve daha sonrasıyla ilgili olacak. Başlangıçta Yüksel ile İlker birlikte anlatılmak zorundadır, zira Yüksel ile İlker vasıtasıyla tanıştım. Önce İlker ile aradan kısa bir süre geçtikten sonra da İlker vasıtasıyla Yüksel ile tanıştım.

Tam olarak hangi aydı, hatırlayamadım. 

Bu tür bilgiler tam hatırlanamayınca iyi bilinen olayların arasına alınarak hatırlanmaya çalışılır.

1973 yılının yaz aylarında ODTÜ’de yüksek lisans yaparken ve hem de Hacettepe Hastanesi Çocuk Biyokimya’da çalışırken, bir hafta süreyle Samandağ’a gitmiştim. Ortaokul son sınıfta Kurtuluş Ortaokulu’nda birlikte okuduğumuz, biz Yenimahalle’ye taşındıktan sonra da ilişkimin kesilmediği arkadaşım Raşit Akay, Siyasal Bilgiler’i bitirmiş ve Samandağ’a kaymakam vekili olarak atanmıştı. Gel diye sürekli beni çağırıyordu. Ben de gittim. Bir hafta kadar Samandağ’da ve Çevrik’te kaldım. O sırada ne İlker ile ilişkim vardı, ne de Yüksel ile.

1974 yazında İlker’in kaldığı Ankara Küçük Esat’taki bir evde üç kişi birkaç kere toplantı yapmıştık. Rus Devriminden Çıkan Dersleri yazmış ve o zamanki teknik icabı mumlu kağıda geçirmiş, İlker’e vermiştim. Basım işini o yapacaktı. O yaz İlker’in ablası da Ankara’ya gelir. Annesi de gelir ve evi baştan aşağıya temizlenir. Bu arada somyanın altında paket içinde duran mumlu kağıtlar da temizlik sularından nasibini alır ve kullanılamaz duruma gelir. İlker’in çok kızdığını hatırlıyorum. Neyse, yeniden yazmak gerekti.

Bu durumda İlker ile tanışmam 1973 sonlarında olmuştur, Yüksel ile tanışmam da bundan diyelim ki bir ay sonra.

İlker ile tanışmam Necati vasıtasıyladır. İlker ile aynı okuldaydık, ama tanışmamıştık. Normal, zira ODTÜ büyük bir okul. O yıllarda 3500 kadar öğrencisi vardı ve geniş bir alana yayılmıştı. Benim bulunduğum Kimya Bölümü ortadaydı, İlker’in bulunduğu Metalurji ise okulun öteki ucundaydı. Bir de İlker, Sosyalist Fikir Kulübü üyesi değildi. Ben, ailem Ankara’da olduğu için yurtlarda kalmıyordum.

Okulda işim de yoktu. Siyasi faaliyetim şehirdeydi. ODTÜ’den çok SBF yurdunda bulunuyordum. Kırmızı Aydınlık’ta, sonra İleri dergisinde, sonra da Kurtuluş gazetesinde çalışmıştım.

Daha önceki yazılarda anlatmıştım. Kızıldere’nin ardından ODTÜ’de her fakülteden bir kişinin bulunduğu küçük bir grup kurmuştuk. İdari İlimler, Fen Edebiyat ve Mühendislikten üç kişiydik. Bu üç kişi bir çeşit yönetici gibiydi. Kendi fakültelerinde başka ilişkileri de vardı. Siyasi af çıkıncaya kadar biz dışarıda kalanlar bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Üç kişilik grupta Mühendislik’ten Murat vardı, ama o da İlker’i tanımıyordu. Metalurji’den tanıdığı yoktu.

Necati o yıllarda okuldaydı, İlker de galiba son sınıftaydı. Önce Necati konuşmuş, sonra ben konuştum ve İlker ile anlaştık. Hepimiz THKP-C’yi savunuyorduk. Politik af çıkınca değişik insanların tahliye olacağını ve onlarla birlikte daha geniş bir faaliyet yürütülebileceğini düşünüyorduk. Bizim amacımız, ortalığın bomboş olduğu bu dönemde, tahliyelerin olacağı zamana kadar boş durmamak ve o zaman için en azından belirli ilişkileri hazırlamaktı. Böylece tahliye olanlarla birlikte daha ileri bir aşamadan faaliyete devam edilebilecekti.

Kimsenin aklında örgüt kurmak gibi bir düşünce yoktu, ek olarak da neden olsun. Tahliye olacakların bambaşka görüşlere sahip olabileceklerini o zaman hiç düşünmemiştik. Böyle bir şeyi düşünmek için neden de yoktu.

İlker o yıl sonbaharda Emek Mahallesi’ne taşındı. Ablası ve erkek kardeşiyle birlikte kalmaya başladılar.

Yüksel ile İlker vasıtasıyla tanıştım. Aynı şeyleri konuştuk.

İlker ve Yüksel, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde kurulmuş, Üstün isimli bir arkadaş tarafından yönlendirilen bir gruba mensuptular. Bu grup kısa süre sonra yediği polis darbesiyle dağılır. Yakalanmalar olur. Üstün ağır işkence görür, bir bölüm insan yakalanır, bir bölümü yakalanmaz. İlker ve Yüksel yakalanmayanlar arasındaydılar.

Bu grup nasıl kurulmuştu, öğrenmedim, merak da etmedim. Ankara’nın bomboş ortamında bu türlü gruplar sürekli kurulur ve dağılırdı. Bir bölümü kendiliğinden dağılır, bir bölümünü de polis dağıtırdı.

Kendiliğinden dağılmanın önemli bir nedeni, grupta bulunanlardan birkaçının üniversiteyi bitirmesiydi. Öğrenciyken savunulan görüşler, okul bitirildikten sonra genellikle savunulmuyordu. Hayata atılacaksınız, iş bulacaksınız, evleneceksiniz, askere gideceksiniz. Kısacası yapılacak çok iş var. Bunların arasında da devrimcilik yapmaya zaman kalmıyordu!

Şimdi, söylenildiğine göre, ülkede doğru dürüst adam bulmak zor olmuş, ama daha fazla sayıda kaliteli kadın varmış. 1970’li yılların başında ise tersi bir durum vardı. Kaliteli erkekler daha çoktu. Çok sayıda kadının ise tek düşüncesi vardı: İyi okul bitirmiş birisini bulmak, evlenmek ve hemen çocuk yapmak. O adam artık kolay kolay bir yere gidemez.

Öğrenciyken tanıdığım İsmail adlı bir arkadaş vardı. Kavaklıdere’de bir apartmanın en üst katında oturuyordu. SBF’de öğrenciydi. Bizim iktisat uzmanımız gibi birisiydi. Kırmızı Aydınlık’ta ve başka yayınlarda ülkenin iktisadi durumuyla ilgili çok sayıda yazısı yayınlanırdı. Okulu bitirdi, işe girdi, evlendi, çocuğu oldu, adam bitti!

Birkaç kere çalıştığı yere gittim. Benimle konuşurken yere bakıyordu. 

Tek örnek değil, böyle çok sayıda örnek vardı.

Aslında THKP-C’nin, onca yakalanmaya rağmen, dışarıda hâlâ iyi bir tabanı vardı. Üniversite bitirilince bu taban dağıldı.

Dağıldı dediğim, devrimcilikten tümüyle kopmadılar. En azından hepsi kopmadı. Mimar ve Mühendis Odaları ya da benzeri gibi kurumlarda faaliyet göstermeye başladılar. Silahlı mücadele mi, aman aman!..

Kimse yanına bile yaklaşmak istemiyordu. Bu kesimin büyük bölümü, tahmin edilebileceği gibi, sonraki yıllarda Devrimci Yol’dan olacaktı. 

1974 yılında Kimyagerler Derneği’ni kurmuştuk. O yıllarda oda kurmak hakkımız yoktu. Dernek başkanı da bendim. Sık sık Mimar Mühendis Odaları Birliği’ne giderdim. Okuldan neredeyse bütün tanıdıklarım ordaydı. Herkes okulu bitirmiş, “hayata atılıyordu”. 

Böyle bir ortamdan bizim hiç etkilenmememiz mümkün değildir. Ülkenin en iyi üniversitelerinden birisini bitirmiş insanlar, yoğun bir psikolojik baskı altında doğru bildikleri yolda ilerlemek zorundaydılar ve bu hiç de kolay değildi.

Buraya kadar Hasan Basri’den söz etmedim, zira kendisi Üçüncü THKO davasından hapisteydi ve siyasi af da henüz çıkmamıştı. 

Gelecek yazıda örgüt kurmaya karar vermemizi anlatacağım.