Engin
Erkiner
Yüksel
Eriş aramızdan ayrılalı 40 yıl oldu. 40 yıl önce Taksim’de satılan akşam
gazetelerinden birinde öldüğün yazılıydı. Biraz sonra Belma ile buluşacaktım.
Yüzümün karmakarışık olduğunu görünce nedenini sormuştu. Ben de söylemiştim.
Belma ağlamıştı, ben ise ne düşüneceğimi bilemiyordum. Kafam bomboştu. O kadar
beklenmedik bir ölümdü ki…
Burada
geçen 40 yılı anlatmayacağım.
Unutulup
gitmiştin. Ta ki senin örgüte kazandırdığın Lazkiyeli tavuk hırsızıyla
kapışıncaya kadar…
Eskiden
bu zata Muhabarat, devrimci katili, hırsız derdik; hepsi doğruydu ama son
olarak El Nusra tehlikesi nedeniyle boşaltılan Alevi köylerinde yağmacılık
yaparken yakalandığını ve bu nedenle yetkilerinin alındığını öğrenince “tavuk
hırsızı” deyiminin daha uygun olduğuna kadar verdim. Hırsızlık geni diye bir
gen var mıdır bilmiyorum ama, bu soytarının genlerinde kesin öyle bir şey
vardır.
Seni
kullanmaya kalktı. Hiç etkili olamadı, engelledik. Yanındaki tiplerle birlikte
biraz gürültü çıkardı, o kadar…
Hayırlı
bir işe vesile oldular, unutulan Yüksel Eriş hatırlandı. Devrimci hareketin
tarihiyle ilgili değişik kitaplarda İlker’le ve benimle birlikte örgütün üç
kurucusundan birisi olarak yer aldın. Adına bir blog açıldı ve yedi yıldır
yılda bazen bir bazen iki kere seninle ilgili olarak yazdım.
Biz
geçmişe bağlı olmayan insanlardık. Geçmişi konuşuruz, sonuçlar çıkarırız ve
geleceğe bakarız. Şimdi de böyle yapılması gerekiyor.
1974
yılındaki gelecekle şimdiki gelecek birbirinden oldukça farklı.
O dönemde
yükselen bir dalganın üzerindeydik, şimdi ise böyle bir durum bulunmuyor. Daha
yavaş ve farklı bir gelişme olacak.
Türkiye
Devriminin Acil Sorunları (TDAS) önemliydi, ne kadar uğraştığımı biliyorsun.
Şurası da bir gerçektir ki, Ankara’da Necati’nin değişik bölgelerle kurduğu ilişkiler
ve senin farklı yörelere gidip ilişki kurman olmasaydı, sonraki gelişmeler ve
tanınmışlığımız da olmazdı. TDAS önemli bir temeldi ama sadece temelden oluşan
yapı olmazdı.
Bugünden
geriye bakıldığında şunu açıkça görmek mümkündür: Bizi bugüne kadar bile isim
olarak taşıyan esas olarak 1975-1977 dönemidir. Daha sonra da bir sürü iş
yapıldı tabii ama o dönemdeki özelliğimiz, devrimci hareketin genelinden apayrı
olan özgün çizgimiz bir daha yakalanamadı.
Bu
çizgiyi örgütün varlığı 1988’de sona erdikten 20 yıl sonra 2008’de yeniden
yakaladık. Devrimci harekette kamuoyuna açık geçmişle hesaplaşma yapan ilk isim
olduk. Özellikle ilginç olan örgütün fiilen bulunmaması ama adının
bulunmasıydı. Bahsettiğim tip bulunmayan örgütün adını kullanıyordu, onu da hallettik.
Böyle bir olayın benzeri tarihte var mıdır, bilmiyorum.
Ne
söyleyeceğini biliyorum: “Bu işleri nasıl hallediyorsun, 40 yıl önce böyle
değildin!..”
Haklısın
ama aradan 40 yıl geçti. Sürekli öğrenen, politikanın içinde bulunan bir insan
için oldukça uzun bir zaman. Tek de değildim üstelik… Uygun zamanda ve biçimde
çıkış yaparsan, sonraki gelişmenin hızına ve büyük katılıma şaşırıyorsun!..
Çok
sayıda insan 35 yıl öncesinde kalmış. O yıllardaki ortama göre geri
olmayabilirlerdi ama bugün teoride de pratikte de oldukça geride kalmışlar.
Daha kötüsü, bunun farkında da değiller. Bu insanlara bir şey anlatmaya
çalışmak zaman kaybetmek olur.
Eski
özelliğimizi farklı koşullarda tekrarlayarak işe başladık: Günümüz dünyasında
yeni olan nedir? Büyük bir sosyalizm deneyi yaşandı, buradan hangi sonuçlar
çıkarılabilir? Bunları kitap olarak yayınlamaya başladık.
Bakalım
daha sonra ne olur!
Kesin
olan şudur ki, açıkladığımız konularda boş konuşmuyoruz, 40 yıl öncesinde
olduğu gibi iyi işler yapıyoruz. Devrimci hareket bizim yaptığımız işleri
yapmadan ya da o işlerin çevresinden dolaşarak bir yere gidemeyecektir.
Yaşanmış sosyalizmin tarihi bir, sol içi şiddet bağlamında örgüt tarihiyle
hesaplaşma iki; bu iki konuda açık farkla iyiyiz.
Eskinin
çok sayıda insanının bugün işe yaramaz durumda olduğunu tahmin edebilirsin.
1971 sonrasında daha küçük düzeyde benzer durumla karşılaşmıştık. Şimdiki
çürüme daha boyutlu ve daha derin. 40 yıl öncesinden oldukça farklı bir
ortamdayız. Bakalım ne olur!..