Engin
Erkiner
Bu blog
kurulalı altı yıl oldu ve birkaç yıldır da Yüksel’in ölüm ve blogun kuruluş
yıldönümleri dışında yazı konulmadı. Buna rağmen az ama sürekli olarak
okuyanları bulunuyor. Son altı ayda 700 ziyaretçi almış. Demek insanlar
okunacak bir şeyler buluyorlar ki, okuyorlar.
Bu yazıda
Yüksel ile ilgili olarak bana üç ayrı kişi tarafından sorulan iki ayrı soruyu
cevaplandıracağım. İki soru aslında tek soruya indirilebilir. Yüksel bu pis
herifi nereden buldu? Bu herifle kimin aracılığıyla örgütsel ilişki kuruldu?
Kastedilen şahsın adını anmanın gereği yok. Lazkiye’de bulunan Muhabarat
elemanı…
Her iki
sorunun cevabı da Yüksel, ama bundan ne çıkar!..
Bunun bir
tesadüf sonucu olduğunu söylemek gerekiyor. 1975 yılında değişik bölgelerle
olan ilişkilerimiz gelişmişti ve aramızda işbölümü yaptık. Buna göre; İlker,
Sivas-Malatya-Maraş illerine gidecekti. Hasan Basri’nin bu alanda zaten
ilişkileri vardı. Ben Adana’ya gidecektim. Yüksel de İstanbul’a gidecekti.
Ankara, Balıkesir ve diğer bazı ilişkiler o sırada hepimizin sıkça bulunduğu
Ankara’dan idare edilecekti.
Verilen
karar uyarınca Adana’ya ben gidiyordum ve dolayısıyla 1976 yazına doğru kurulan
Antakya’daki ilişkiye de ben gidecektim. Adana’ya gidip oradaki birkaç
ilişkiyle tanışmıştım. İstanbul’u da kent olarak biliyordum ama ilişkim yoktu.
Bu kenttekileri Yüksel tanıyordu. Fazla ilişki yoktu ama olanları Yüksel
tanıyordu.
Sonra
düşünce değişti. İstanbul’un önemli yer olmasından hareketle benim gitmemin
daha uygun olacağı düşünüldü. Ben de genel eğilimle aynı görüşteydim ve gitmeyi
de istedim. İstanbul da Ankara gibi politik merkezdi, bizim için önemliydi.
Ankara’da çok insanımız vardı, ama İstanbul boştu. Yüksel buradaki ilişkileri
devredecekti. Adana’da birkaç ilişki olduğu için biraz bekleyebilirdi.
1975
yılında hem Ankara’da işte çalışıyordum hem de İstanbul’a gidip ilişkilerle
tanışıyordum.
Beylerderesi
olduktan sonra da bu işbölümü değişmedi. İşten ayrıldım, İstanbul’a taşındım ve
zaten Ankara’da kalmam tehlikeli olmaya başlamıştı. İstanbul kısa sürede örgüte
para sağlayan tek yer durumuna geldi. Çeşitli işlere girdik ve birlikte
öğrendik. Bu öğrendiklerim 1977’de çok işime yarayacaktı.
Diğer
türlü olsaydı, ben Adana’ya gitseydim, Yüksel İstanbul’a gitseydi, nasıl
olurdu, bilemiyorum. Tarihte projeksiyon yapılmaz, şöyle olsaydı böyle olur
muydu denilmez, çünkü bilinmesi mümkün değildir. Önemli bir olayı değiştirip
diğerlerini aynı bırakarak geçmişe yönelik akıl yürütemezsiniz.
1976
yılında Maraş dışında o bölgeyi kaybetmiştik ama Karadeniz ve Hatay ilişkisi
gelişmişti. Tesadüfler insanların ve örgütlerin gelişmesinde rol oynuyor.
Toplantı
yapacağımız zaman Ankara’ya geliyorduk. Genel Komite’ye iki yeni kişi alınmıştı
ve hepimiz bu kentte toplanıyorduk. Yüksel’in İstanbul’la ilişkisi neredeyse
kesilmişti. İlişkileri devretmişti ve başka bir sürü işi vardı.
Yüksel
ile ilgili her yazdığımda “ne kadar gereksiz bir ölüm” diye düşünürüm. Ölmek
bir şey değil, zaten hiç birimiz uzun süre yaşayacağımızı düşünmüyorduk ama,
Yüksel’in ve ardından Ömür’ün ölümü gibi ölümlerin olabileceğini de hiç
düşünmemiştik.
2008-2013
yılları arasında Lazkiyeli Muhabarat’ın örgüt tarihindeki uğursuz rolünü,
karanlık ilişkilerini, yoldaş infazlarını ortaya çıkarırken tipin birisi çıkıp,
“Yüksel Antakya’da bize saatli bomba yapmasını öğretti” demişti.
Hatırlıyorsunuz değil mi?
Sonuçta
insan kendisine benzeyeni buluyor demek ki!
Kurnaz
ama, yarım akıllı çakal tipi böyle oluyor.
Yüksel
bomba yapmayı bilseydi, içinde fünye olan dinamiti sıkıştırıp patlamaya neden
olmazdı. İlker’in ve Hasan Basri’nin ölümüne –Yusuf Ziya Güneş’i tanımıyordum-
bu kadar yazıklanmamıştım.
Yüksel
tarihin sayfaları arasında kaybolup gitmişti. Çatışmada ölmedi, yazılı eser
bırakmadı, buna rağmen uzun sayılabilecek bir süre sonra yeniden ortaya çıktı.
Örgüt tarihinin ortaya dökülmesi ve titizlikle elden geçirilmesi doğal olarak
onu da unutulmuşluktan çıkardı. İyi de oldu!..