YÜKSEL ERİŞ'İ KÖTÜLEMEK

Engin Erkiner


Hep iyi yönlerini anlatacak değiliz ya, biraz da kötüleyelim!

Açık konuşan insanlarız. İnsanları, öldükten sonra efsaneleştirmeyi sevmeyiz. Herkesin eksikleri vardır, önemli olan ortalamanın iyi olmasıdır veya doğruların eksiklerden ciddi oranda fazla olmasıdır. 

Bu uzun yazıda 1977 başlarında hayatını kaybeden Yüksel’in aradan yıllar geçtikten sonra yeniden gündeme geldiği ve büyük ilgi gördüğü süreci anlatacağım. www.enginerkiner.org ’da bu konu fazlasıyla işlendi ve bu nedenle de burada anlatacaklarım farklı bir bakış açısını yansıtacaktır.

Anlatılmış olanı tekrarlamanın hiç gereği yok, öyle değil mi?

Mihrac Ural’ın gerçek durumunun ortaya çıkarılması yaklaşık beş yıllık süreci (2008-2013) kapsar. Muhabaratçı olduğu biliniyordu, yoldaşlarının katili olduğu biliniyordu; bunlara MİT ile anlaşarak örgütü ehlileştirme sözü vermesi, çok sayıda kişinin yakalanmasına neden olması, Suriye’de iken de bu ilişkisini devam ettirmesi ve yüksek miktarda örgüt parasını zimmetine geçirmesi suçları da eklendi. 

Büyük bir başarıyla sonuçlandırdığımız bu mücadele teorik temelde yürümedi. Mihrac Ural’ın kullandığı pis yöntemler adım adım geçersiz kılınarak yüründü.

Dünyanın en iyi dansözleri Ortadoğu’dan çıkar. Hakkını teslim etmek gerek, bu herif de iyi kıvırdı. Ama ne yaparsınız ki, darbuka bizim elimizdeydi. Nasıl kıvırmasını istiyorsak, öyle ritm veriyorduk; o da istediğimiz gibi oynuyordu. 

Yıllardır bir bölüm insanı kandırabilen Mihrac Ural’ın bari bir marifeti bulunsaydı! Ne gezer! Tehdit, şantaj, bol miktarda yalan ve palavra… Başka bir özelliği yoktu.

Yöntemleri üçe ayrılabilir: 

Birincisi; örgütün her tarafını Hataylı olanlarla doldurması boşuna değildir. Bu insanlar iki kere azınlıktılar, hem ulusal azınlık (Arap) ve hem de dini azınlık (Nusayri). Bu durum onları dışarıya büyük oranda kapalı duruma getiriyordu.

Mihrac Ural’ın kepazeliklerini, karanlık ilişkilerini, hırsızlıklarını çok sayıda kişi biliyordu, ama dışarıya söylemiyordu. Herifin Antakya’daki dernekte hangi kadınla nasıl cinsel ilişkiye girdiğinin bile bilindiğini öğrendik. Orası zaten küçük yer ve hakkında bu kadar ayrıntılı bilgi bulunan bir kişinin Muhabarat bağlantısının, örgüt içinde ticaret yapmasının, diğer kirli ilişkilerinin hiç bilinmemesi mümkün değildir.

Tamamını bilmeleri gerekmiyordu. Yüzde 10 şüphe bile bize iletilseydi, olayın hemen üzerine gider, başka bilgiler bulurduk ve gerekeni de yapardık. 

Bu bilgileri ancak Antakya’da sürekli kalan birisi görerek edinebilirdi ama Yüksel’in o bölgede uzun süre kalacak zamanı olmadı. Mihrac Ural’ı gözünün tutmadığını söylemişti, ama bu kadar!..

İkincisi: Mihrac Ural’ın bir dönem yakın elemanı olmuş kişilere şöyle bir bakın, ortak bir özellik göreceksiniz. Yetersiz ve kompleksli insanlardır. Bu kişilere aşırı abartmalar yaparak yaklaşır. Rüyalarında bile göremeyecekleri payeleri verir. Bu kişiler de en azından bir dönem kendilerini bir şey sanırlar ve sadakatle hizmet ederler. Kimsenin aklına da, “bu herif kaç paralık birisidir ki, bana verdiği değerin anlamı olsun” diye soru gelmez. 

Üçüncüsü; insanları birbirine düşürmek, söylenti çıkarmak, karşıtlarının arasına kendi adamlarını sokmak gibi faaliyetlerdir.

Bunlarla fazlasıyla karşılaştık. İnandırıcı olsun diye kendisine söven bir adamı bile bir dönem hizmetimize girdi. Durumunu biliyorduk, yararlı bir elemandı, ne söylersek yapıyordu.  Bir süre sonra vazgeçilemez olduğunu sanıp başka işler çevirmeye yöneldi. Aldığı talimat gereği böyle yapıyor olsa gerekti. İlişkisini kesiverdik. Mihrac Ural inandırıcı olsun diye sürekli hakaret ettiği kişi için nasıl ağlıyordu, sormayın!..

Yöntemleri bunlardı işte. Sermayesi bu kadardı, hepsini hallettik.

Sonuçta hedeflediğimiz bütün amaçlara ulaştık, herifi susturduk. Acilciler’in adını kurtardık. 

Susturduk dediysem, devrimci harekette herhangi bir ciddiyetinin kalmamış olması anlamındadır.

Yıllardan beri susan insanlar konuşmaya başladılar. İyi bir şey!

Konuşanların bir bölümü bana olan kızgınlığını da ifade ediyor. Olabilir, kızabilirler. Yalnız konuşurlarken bunu neyin sayesinde yapabildiklerini akıllarından çıkarmazlarsa iyi olur. Bu herifi susturmasaydık, biraz zor konuşurlardı. Bugün sesiniz çıkıyorsa, bu herifin sesi kesildiği içindir. Yoksa hepinizi yıllarca yaptığı gibi türlü çeşitli yöntemlerle sustururdu. 

Şimdi geldik Yüksel Eriş konusuna. Mihrac Ural baktı ki, işler kötüye gidiyor. Acilciler’den kendisini savunan olmadığı gibi, devrimci harekette de kimse ciddiye almıyor; benimle boy ölçüşmesi ise ne teorik ne de pratik bakımından mümkün değil. Madem benim düzeyime çıkamıyor, o zaman beni küçültmesi gerekli ki, az buçuk aynı seviyeye gelelim!..

Yüksel Eriş’i öne sürüp, örgütün kuruluşunda ve temel belgesinin yazılışındaki rolümü ona yüklemeye kalktı. Yüksel nasılsa hayatta değil, neden olmasın yani!..

Burada önemli bir sorun vardı: Mihrac Ural’ın tek ayağı üzerinde kırk yalan söylediği iyice anlaşıldığı için, kimse tarafından ciddiye alınmıyordu. Bu nedenle Hüseyin Eriş’i buldu!

Bu da başka bir çaresizlik göstergesiydi ama ne yaparsınız, başkası yoktu. Hüseyin bu örgütün tarihinde kayda değer bir şey mi yapmıştı? 

Hayır, yapmamıştı. O zaman ne söylediğinin de anlamı olmazdı ama başkası olmadığı için hiç yoktan iyiydi. 

Olmadı, tutturamadılar. 

Neden derseniz, 1974-1975 Ankarasında kimin ne yaptığını, ne yazdığını çok kişi biliyordu da ondan. Ne Mihrac Ural’ın ve ne de onun tatlı vaatleriyle başı dönmüş olan Hüseyin Eriş’in bunu bilmesi mümkün değildi. O dönemde hiç yoktular. 

2013 yılından başlayarak eski Devrimci Yolcular tarafından Tarihle Söyleşiler adıyla kitaplar yayınlandı. İlki Oğuzhan Müftüoğlu ile, diğerleriyse aralarında Ankara kadrosunun da yer aldığı örgütün önde gelenleriyle uzun söyleşileri içeriyordu. Söyleşilerin büyük bölümünde Acilciler’in adı geçiyordu ve bir kişi dışında söylenen hep aynıydı: Azdılar, insanları pasifize ettiler, gibi!..

Normaldir, bizim için iyi bir şey söylemeleri beklenemez… 

Ne var ki, aradan 35 yıl geçtikten sonra bile hâlâ bu isimden söz etmek ihtiyacını duyduklarına göre, epeyce etkilenmişlerdi. 

Söyleşilerde Acilciler denildi mi, tek kişinin adı geçer. Yüksel’den söz eden tek kişi yoktur. Halbuki o da yıllarca Ankara’da bulunmuştur, ama en azından Devrimci Yol’un önde gelenleri arasında tanıyanı yoktur. Kurtuluş’un Ankara kadrosu da anılarını yazarsa benzer bir durum ortaya çıkacaktır. 

Biz bir evde toplanmış, dünyayla ilişkisi olmayan birkaç kişiden ibaret bir yapı değildik. Ankara’da kurulduk ve o dönemde değişik hareketlerin önde gelenlerinin de bundan bilgisi vardı. 

Aç o kitapları oku Hüseyin Eriş, Acilcilerden söz edildi mi bir kişinin dışında isim göremezsin. Benim yerimde Mihrac Ural olsaydı, yalandan kim ölmüş misali, tek başına her şeye sahip çıkardı. 

Kurucu olanlar İlker, Yüksel ve bendik. Çok sayıda kişinin sadece beni tanıması bu durumu değiştirmez. Neden böyledir diye sorulacak olursa, bu tanıma 1970-1971’den geliyordu. Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’nun yayın organı İleri dergisinin son sayısının (6. sayı) yazı işleri sorumlusu, THKP-C’nin gayrı resmi yayın organı Kurtuluş gazetesini yayınlayan üç kişiden birisi, 12 Mart darbesi sonrasında Ankara’da saklananlar arasında irtibat kuran görevlilerden bir tanesiydim. 

İlker de benim gibi ODTÜ öğrencisiydi ama Sosyalist Fikir Kulübü üyesi bile değildi. Yüksel, Gazi Eğitim gibi kenar bir semtteki (Beşevler) okuldaydı. Eğitim enstitülerinde örgütlenmeyi hedef almış MHP’lilere karşı mücadele ediyordu. Ben ise hemen her gün Ankara’da devrimci hareketin merkezi sayılan SBF yurdundaydım. 

24 Ocak 1970’de dergileri polis baskınından kurtarmak isterken yurttaki saatler süren çatışmada yaralanmış hastanelik olmuştum.  Dahası da var…

Ne yapayım, bahtınıza küsün!..

Kızıldere’den sonra ODTÜ’deki gruplaşmadan söz etmiştim. Bu gruplaşmada yer alanlardan birisi şimdilerde Aydınlık Gazetesi’nde yazan Yıldırım Koç’tur. Yeni kurulan Türkiye İktisatçılar Birliği’nde aktifti, ekonomi-politik bilgisi iyidir. O yıllarda hayli tartışırdık. Sor bakayım ona, kim neyi yazmış!..

Ve maalesef Yüksel yoldaşın okuma alışkanlığı da bulunmuyordu. Bırakın İngilizce bilmeyi, okuma alışkanlığı da yoktu. Onun başka özellikleri vardı. Ne İlker ve ne de bende olmayan özellikler… 

Başka ne söylemeli? 

Deniz Gezmiş’in kardeşinin kendini öne çıkarmak için Deniz’in adını kullandığını hiç duydunuz mu, duymadınız. Gülten Savaşçı’nın (Çayan) da benzeri bir tutumunu gördünüz mü, görmediniz. İnsan kendi yaptığıyla öğünür, şu veya bu kişinin yakını olmakla öğünmez. 

Ek olarak, kafası normal çalışan bir insan, Mihrac Ural ile Yüksel Eriş’i yakınlaştırmanın ona iyilik değil kötülük etmek olacağını düşünebilir. 

“Yüksel Eriş’in bu pislik herifle arası iyiymiş” imajının yaratılması, Yüksel’e iyilik değil kötülük yapar ve doğru da değildir. 

Yüksel’in gözü Mihrac Ural’ı hiç tutmamıştı. Bunu bana da anlatmıştı. O sırada kişiyi tanımadığım için bir şey söylememiştim. Yaşasaydı tahminimce Antakya’da başka girişimleri olacaktı. 

Hüseyin Eriş’in derdi abisini yüceltmek değil… 

Derdi kendini yüceltmekti. 

Devrimci hareket hakkında hiçbir fikri olmayanların bu yola başvurması doğaldır diyeceğim. Devrimci hareketin çok eksiği yanlışı vardır ama hiç kimseye de filancanın yakınıdır diye değer verecek kadar geri değildir.

Hüseyin Eriş o dönem yapılabilecek olanın en kötüsünü yaptı, Mihrac Ural’ın yanında yer aldı. Bir o, bir de felsefeci bir tip vardı. Bir süre sonra ikisi de Mihrac’ı terk ettiler. 

Böyle bir talebimiz olmamıştı ama terk etmek zorunda kaldılar. Çünkü bu herifle birlikte görünmek artık taşınması mümkün olmayan bir yük haline gelmişti. Herkesin gözünde Arap milliyetçisi, yoldaş katili, pisliğin teki olarak bilinen bir tiple birlikte görünmek; kişinin de benzer özelliklere sahip olduğu anlamına gelirdi. Hüseyin Eriş, Mihrac Ural’ın Arap milliyetçisi ve yoldaş katili olduğunu o zaman da biliyor muydu? 

Durum iyice vahim o zaman! 

Bir insan böyle bir pisliğin yanında bilerek neden yer alır? 

Kim bilir nasıl vaatlerde bulunup Hüseyin’in başını döndürmüştür. Mihrac Ural bu numarayı çok kişiye yapmıştır ve bazılarında da tutmuştur. Mihrac’ın tatlı vaatlerle kandırıp kirli emellerine alet ettiği genç kız rolü 50 yaşını geride bırakanlara hiç yakışmıyor, ama ne yapalım!

Sonuç olarak, sadece Acilciler tarihini Mihrac Ural’ın tasallutundan değil, Yüksel Eriş’i de kendisini kullanmak isteyenlerden kurtardık.