Engin
Erkiner
Yüksel’in
üç tane yaşı ve bu yaşların birbirine dönüşmesi bulunuyor. Yaşasaydı, aynı
yaşta olacaktık: 64.
Hayatını
kaybettiğinde 27 yaşındaydı.
Ölümünün
ardından siması giderek silikleşti. O kadar ki, bırakın devrimci hareketi, Acilciler
arasında bile Yüksel Eriş’i en azından isim olarak bilen, hele de O’nun örgütün
kurucularından birisi olduğunu bilen fazla sayılmazdı. Dört yıl önce kurulan Yüksel Eriş
blogu, O’nu bu durumdan çıkararak gerçek yerine yerleştirdi. Bu anlamda 4
yaşındadır.
Blog
kurulduktan sonra Yüksel devrimci hareket tarihindeki yerini artan oranda
yeniden aldı. Yaşı 4’ten 64’e doğru yükseldi…
www.enginerkiner.org sitesi, Yüksel Eriş blogundan iki yılönce, 2008 yılının
yaklaşık aynı ayında kurulmuştu ve yayınıyla gittikçe daha fazla ilgi
topluyordu. Yüksel’in hatırlanması ve daha iyi tanınmasıyla birlikte yükseldik
denilebilir.
Yüksel
Eriş adını taşıyan blogda hakkında bildiğim
hemen her şeyi yazdım. Örgütün bir başka kurucusu olan İlker Akman ile ilgili
olarak ise, www.thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com ’da da benzeri yapıldı.
Bu arada
devrimci hareketin geçmişiyle ilgili olarak yayınlanan ve büyük ilgi gören bir
kitapta Acilciler maddesi yeniden yazılarak örgütün kurucuları doğru olarak
belirtildi.
Örgütü
Araplaştırmaya ve Alevileştirmeye kalkanlar başarılı olamadı.
Tarihi
düzelterek yazmak gibi bir ihtiyacımız hiçbir zaman olmadı. İyi veya kötü,
geçmişte ne olmuşsa, onu yazdık. Başka türlü yapmaya ihtiyacımız yoktu, çünkü
yeterince iyi iş yapmıştık ve eksiklerle hatalar da tabii ki vardı.
Dahası, biz
her zaman geleceğin insanları olduk. Gelecek ile ilgili planlarımız vardı ve
bunları gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Bugünümüzü belirleyen gelecekti, geçmiş
değil. Tersi durumda, yaygın olarak görüldüğü gibi, geçmişi düzelterek
anlatırsınız; çünkü geleceğiniz yoktur. Bu durumda geçmişi abartarak anlatmanın
dışında çıkar yolunuz da kalmamaktadır.
1960 ve
1970 döneminin devrimcileri, kendilerinden önce gelenlerin pek az yaptıklarını
yapıyorlar, anılarını yazmayı gerçekleştiriyorlar. Bu anılarda 1974-1975
yılının Ankara’sını, Ecevit affı denilen aftan sonra devrimci hareketin yeniden
şekillenmesini anlatanlar, mutlaka daha sonra Acilciler adını alacak
örgütlenmeden söz etmek durumunda kalıyorlar. Oğuzhan Müftüoğlu’nun anılarını
içeren ve www.enginerkiner.org ’da üç yazıda incelenen kitap bunlardan bir tanesidir.
Başkaları da vardır ve olacaktır da…
Başka bir
deyişle, o dönemi bilenler halen yaşıyorlar ve yazıyorlar. Acilciler’in
geçmişini Araplaştırmak ve Alevileştirmek umutsuz bir çabaydı ve yapılabilmesi
mümkün değildi. Bir dönem biraz gürültü çıkarır, o kadar.
Ardından
Yüksel Eriş’e sahip olmadığı misyonları biçme dönemi geldi. Bu örgütün
tarihindeki yerleriyle yetinmeyenler, bu yeri büyütebilmek için Yüksel’e
sığınmayı, O’nu kullanmayı denediler. Kaçınılmaz olarak bunu da beceremediler.
Hepsinin hakkından geldik ve hiç zor olmadı. Birazcık başarılı olabilselerdi de
fazla gidebilmeleri mümkün değildi. 1974-1975 yıllarını bilen o kadar çok insan
var ki…
Geleceğin
insanı olmak konusu ikide bir beni meşgul eden bir sorunun cevabı olabilir mi,
bilmiyorum.
“Acilciler
neden bu kadar tanınan bir örgüt oldu?..” sorusuna yeterli cevap bulamıyorum.
THKP-C’nin ardından silahlı çıkış yapan ilk örgüttük, Türkiye Devriminin Acil Sorunları(TDAS) gibi yıllar sonra bile okunmaya değer bulunan güçlü bir teorik
temelimiz vardı, içimizde sorumlu düzeyde kadınların bulunması dikkat
çekiciydi, hakkımızda bol miktarda dedikodu ve yalan-yanlış haber üretilmesinin
sadece zararını değil faydasını da gördük, fazlasıyla tanındık. Bunlar 70’li
yıllardaki tanınmışlık için açıklayıcı olabilir, ama ya sonrası?
Buna 1980’leri
de katalım. 12 Eylül faşizminin iki tanınmış cezaevi vardı: Diyarbakır ve
Mamak!.. Mamak’taki direniş Acilciler’le anılır.
1982’deki
Paris ev işgalleri Fransız ve Türk basınında günlerce konu olmuştu. Aradan 30
yıl geçti ve çok şey gibi bunun da unutulmasa bile küllenmesi gerekir.
Üstelik
biz geçmişi palavra atarak anlatan insanlar olmadık. Böyle yapanlara da pek
inanan yok zaten. Kendileri inanıyor, o kadar…
Denilebilir
ki, 2008’den başlayarak ilk örgüt içi hesaplaşmayı yapan insanlar olduk.
Kendimizle sınırlı değil, devrimci hareket çapında iş yaptık. Reyhanlı
katliamının ardından 1977’dekini bile aşan düzeyde günlerce gündeme
geldik.
Bunların
hepsi önemli nedenler olmakla birlikte arada sanki eksik bir şey var gibi
geliyor. Nedir, bilmiyorum. Belki de yanılıyorum, bilemiyorum…
Belki de
1970 sonrasını yeniden gözden geçirmek gerekecek. Şurası açık; solun
tarihindeki yerimizle THKP-C’nin yeri arasında bağlantı bulunuyor.
THKP-C
olmasaydı biz de olmazdık. Kesintisiz Devrim II-III olmasaydı, TDAS
olmazdı.
Newton,
“Ben devlerin omuzlarına çıktığım için daha uzağı görebildim” demişti.
Devlerden kastedilen, Galile ve Kepler’dir.
Örgüt
kuruluşunu bütün sıkıntılarıyla birlikte yaşamış insanlar olarak Yüksel ve
İlker ile yeniden birlikte düşünebilseydik, ne kadar iyi olurdu.